Türk sineması bu coğrafyadan beslenen oyuncular sayesinde öne çıkıyor.
Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Doç. Dr. Esennur Sirer, Türk sinemasında kadın oyuncuların yıllar içindeki gelişim ve değişimini değerlendirdi.
Kültürel değişim yaşanırken ya da kültüre dair yeni bir yaklaşım benimsenirken iletişim araçlarının her zaman süreci yöneten önemli bir noktada konumlandığını kaydeden Doç. Dr. Esennur Sirer, “20. Yüzyılın başından itibaren görsel ve işitsel hikâye anlatıcısı olarak hayata dâhil olan sinema, kültür aktarımının önemli bir aracı olarak görev almıştır. Bir iletişim aracı olan sinema ile şekillenen toplumsal yapı ve bu yapıyı oluşturan bireyler toplumsal yapının düzenlenmesine de aracılık etmiştir. Toplumsal cinsiyet rollerinin belirlenmesi açısından sinema işlevsel bir öneme sahip olmuştur.” dedi.
Yıllar içerisinde kadın ve erkeğin değişen konumlarının sinemaya da yansıdığını anlatan Doç. Dr. Esennur Sirer, “Ülkemizde 1923 yılına kadar çekilen filmlerde kadın karakterleri gayrimüslim oyuncular tarafından canlandırılmıştır. Cumhuriyet Döneminde Türk kadın oyuncular görülmeye başlasa da ön planda bir kadın karaktere rastlanmıyor. 1940 ve 50’li yıllar II. Dünya Savaşı’nın etkileri nedeniyle dünya genelinde sinemanın az ürün verdiği bir dönem olarak nitelendiriliyor” şeklinde konuştu.
1960’LI YILLAR SİNEMASINDA DEĞİŞEN TOPLUMSAL YAPI BEYAZPERDEYE YANSIDI
1960’lı yıllarda sanayileşme nedeniyle değişen toplumsal yapının sinema filmlerine de yansıdığını kaydeden Doç. Dr. Esennur Sirer, “Kentlerde oluşan ve azınlığı temsil eden zengin burjuva sınıfı ile köyden kente göç eden ve gecekondularda yaşayan işçi sınıfının konu edildiği filmler çekilmiştir. Bu filmlerde kadınlar zengin burjuvanın hanımı ya da namuslu fabrika işçisi konumundadır. Filmlerde kötü yola düşürülen kadınları da erkek kahraman kurtararak tüm övgüyü almaktadır. Böylece geleneksel aile yapısı içerisinde kadın evinde anne ve iyi eş olarak yer alırken erkek ailenin koruyucusu ve çalışan birey olarak temsil edilmektedir.” dedi.
1970’li yıllarda bozulan ekonomi ve televizyonun evlere girmesinin sonucunda sinema filmlerine sadece eğitim düzeyi düşük alt gelir gruplarının gittiğini hatırlatan Doç. Dr. Esennur Sirer, “Bu filmlerde kadın sadece cinselliği ile ön planda. 1980’li yıllar videonun etkisiyle film üretiminin arttığı bir dönemi temsil ediyor. Bu dönemde kadın sorunlarının işlendiği ve kültürel yapı içerisinde farklı kadın temsillerinin yer aldığı filmler de yapıldı. Nostalji rüzgarlarının estiği 1990’lı yılların sinemasında hakkını arayan kadın tekrar sessizliğe bürünerek şarkıcı ve manken gibi karakterlerin temsilinde varlığını sürdürdü.” dedi.
SÖZDEN ÇOK OYUNCULUĞUN ÖNE ÇIKTIĞI FİLMLER…
Doç. Dr. Esennur Sirer, eril anlatının hâkim olduğu sinema filmlerinin içeriklerinde kadının varoluşunu sessizliğiyle temsil ettiğini ifade ederek, şöyle devam etti:
“Bu temsiliyeti en anlamlı işleyen yönetmenlerden birisi Nuri Bilge Ceylan’dır. Filmlerini doğal mekânlarda çeken Ceylan karakterlerini de olabildiğince doğal bir anlayışla stilize etmiştir. Filmlerindeki yıldız kadın oyuncular gündelik hayat temsilleri içerisinde sivrilmemişlerdir. Sözden çok oyunculuğun öne çıktığı filmlerde yakın plan ve mimikler ile anlatı güçlendiriliyor. Bu nedenle Ceylan’ın filmlerindeki kadın oyuncuların mimiklerinden güç alarak doğal anlatım yapabilen oyuncular olduğu görülüyor.”
Günümüzde teknolojinin ulaşılabilir olmasının film anlatısının oluşturulmasında teknik beceriyi öne çıkan bir özellik olmaktan ayırdığını da kaydeden Doç. Dr. Esennur Sirer, “Kişisel anlatım üslubunun yanı sıra auteur’lüğü temsil eden yönetmenin felsefesini yansıttığı filmin iç anlamıdır. Cannes’da düzenlenen film festivalinde en iyi kadın oyuncu ödülünü alan Merve Dizdar da doğal oyunculuğu, mimikleriyle ve bakışlarıyla konuşmasıyla ön plana çıkan oyuncularımızdan. Türk Sineması son dönemde var olan auteur yönetmenler ve bu coğrafyadan beslenen oyuncular sayesinde öne çıkıyor.” şeklinde sözlerini tamamladı